İşsiz Kalmamak İçin: (2/2)
İngilizce Bilmeme Lüksün Yok
Rehberlik öğretmenleri başta olmak üzere çoğu öğretim görevlisi “Sadece okulla yetinmeyin, kendinizi de geliştirin.” derler. Evet, bu doğrudur ama yine de bu uyarıları kimse kâle almaz. Çünkü bu lafları daha yirmilerinde löp löp maaş almaya başlamış bu ballı nesil söylemektedir.
(bkz: “Eniştesini Bıçakladı.” – Mersin Bülten.)
Ayrıca okul, dersler, projeler ve ödevler gençleri o kadar boğar ki bunları eksiksiz yapabilmek bile öğrenci için bir meziyettir. Öyle ki bir öğrencinin sadece ödev yapıyor oluşu bile ona kendini yeterli hissettirir. Aslında tüm bu çaba boş meşgaleden öteye gidemeyen angarya işlerdir. Öğrenci, zamanını feda ederek doğru yolda olduğunu zanneder. Çünkü iyi notlarla “aferin” leri leblebi gibi topluyordur. Halbuki yağmur altında kaldırım paspaslayan bir er de komutanlarından “aferin” almaktadır.
Kafası çalışan bir öğrenci için durum farklıdır. İçinde yaşadığı bu illüzyonu erkenden fark eder ve düşünmeye başlar. Hemen Google arama çubuğuna sarılır. Çünkü çevresindeki vasıfsızlardan bir şey öğrenemeyeceğini anlamıştır. Fakat o da nesi! Doğru dürüst Türkçe eğitim seti yoktur bile! Varsa da basit ihtiyaçları çözmekten öteye gidemeyen yüzeysel işlerdir.
Evet, maalesef ülkemizde kayda değer Türkçe eğitim yok denecek kadar azdır. Olanlar da profesyonellikten uzak, yetersiz işlerdir. “Neden böyle?” diye sormaya gerek yok. Sonuçta, yurdum insanı her daim ekmeğinin peşindedir. 2020 Türkiye’sinde yatağa tok girebilmek bile büyük bir başarıdır.
Bu yüzdendir ki fakir toplumlarda eğitimci yerine köylü kurnazı olur. Bilen bildiğini çevresinden sakınır ya da iki gram bilgisiyle onları ezer. Aslına bakarsanız kurnaz da haklıdır. Tutup da çevresini eğitmeye kalksa kazığı kökçesiyle yiyeceğinden emindir. Çünkü böylesi toplumlarda iyi niyet, enayilik olarak algılanır. Sonuçta bu kültürde paylaşmak ve beraber yükselmek diye bir şey yoktur. Bu sebeptendir ki yeni fikirler namına bu coğrafyada ot bile bitmez. Bitse de kurur gider.
Kabul etsek de etmesek de farklı şeyler öğrenmek isteyen biri için fikirsel bazdaki tüm kaynak, başta Amerika olmak üzere yurt dışındadır. Bu gerçeği anlamak için ille de benim söylediklerime güvenip iman etmeniz gerekmez. Kendi gözlerinizle de görebilirsiniz.
Örneğin; düşük IQ’lu normie’lere hitap eden YouTube kanallarına bir bakın. Oradaki kalitesiz içerikler bile yerli malı değildir. Tüm o sosyal deneyler, kötü biten şakalar ve rezalet kışkırtmalar yurt dışından ülkemize ithal edilmiştir. Bir Amerikalının utanarak dislike bastığı o leş içeriği, biz burada baş tacı etmişizdir. Tıpkı sindirimin son halkasında yaşayan bir tenya gibiyizdir. Ne kötü ki bu sindirim halkası bizden sonra da devam eder. Orası daha da beterdir. Onlar da bizim utancımızı baş tacı ederler.
Düşünün, öyle ülkeler var ki benim kültürel utancım olan mafyalı çomarlı barzo dizilerini ülkesine ithal edip el üstünde tutuyor. (Bazen şükretmek de lazım.)
Şayet İngilizceniz varsa tenya olmaktan kurtulup sindirim halkasının en tepesine ulaşabilirsiniz. Artık sizin için öğütülüp bırakılmış içerik lapasını emmek yerine, bilgiyi kaynağından seçerek dişleyebilirsiniz.
Evet, bu size iğrenç gelmiş olabilir, ama böyle düşünen sadece ben değilim. Sizi test eden insan kaynakları da aynı şekilde düşünüyor, patronunuz da. Eğer İngilizce bilmiyorsanız, onların gözünde sizin için öğütülen pislikleri emen bir bağırsak kurdundan farksızsınız. Kabul edin veya etmeyin, gerçek bu. Maalesef…
Not: Bazılarınız bu satırları okurken aşağılık kompleksi ile milliyetçi duygularını birbiriyle karıştırarak öfkeleneceklerdir. Abarttığımı düşünüp inanmayacaklardır. Lakin, bazı gerçekleri göz ardı etmek onları Orta Doğu hummasına yakalanmış birer kitle insanı olmaktan alıkoyamayacak. Kendi üretemedikleri teknolojinin adını İngilizce söylemeye utanıp yeni yeni isimler bulmaya çalışacaklar. Hayatlarına kırılgan kasıntı tipler olarak devam edecekler. Onlar adına üzücü…
(bkz: Aşağılık Kompleksi Nasıl Aşılır?)
İngilizce bilmek sadece kariyerinizi ilerletmez, eğlence alanında da ufkunuzu açar. Evet, hayat sadece işten ibaret değil. Oyunlar, filmler, mangalar ve yabancı YouTube kanalları… İngilizce biliyorsanız hepsi emrinize amade. Üstelik YouTube Türkiye‘den arınmanız da cabası.
İngilizce bilmenin avantajları saymakla bitmez. Kafa yapınızın baştan aşağı değişmesi söz konusu. Evet, düşünce ağacınızın kökten uca değişmesi için sular seller gibi İngilizce konuşmanıza gerek yok. Yabancı mem’lerle bile mizah anlayışınıza seviye atlatır. Öyle ki insanların basit bir espriye verdiği tepkiden onların hangi seviyede olduğunu şıp diye anlayabilirsiniz. Pırıltılı gözler veya bön bakışlar çok şey ifade eder.
(bkz: Önyargının Faydaları)
Özetle İngilizce her şeydir. İngilizceniz yoksa yoksunuz. Abarttığımı düşünenler, hoşlandığı kişiden İngilizce bir mem aldığında durumun ciddiyetini kavrayacaklardır. Hayır. Zannettiğiniz gibi bu caps’ler size bir İngiliz’den gelmeyecek. Yine yurdum insanından gelecek. Siz de ikinin biri o kişiye “Bu ne?”, “Ne diyor burada?” diye soracaksınız. Tabii bir yere kadar. Daha sonra o kişi “Neden mesajlarıma cevap vermeyi kesti?” diye kendinize soracaksınız.
Üniversitenin Son Kazığı
Çoğunluk üniversite diplomasını bir biletmiş gibi algılar. Ekonomik özgürlüğe açılan o kapının bileti gibi. Bense bu diplomayı bir pranga olarak görürüm. Çünkü ne zaman farklı bir alana yönelsem ayağıma takılıp beni çekiştirdiğini hissederim.
“Emre, sen ithalat ihracat bölümü mezunusun. Gümrükçüsün. Burada öyle yazıyor. Şimdi derhâl o çizim programını bilgisayarından kaldır ve gümrük mevzuatını açıp ezberle! Bak vakit kaybediyorsun!”
– İthalat İhracat Diploman
Ne demek istediğimi az çok anlamışsınızdır. Bu unvanlar bizi tek bir alana kısıtlıyor. Onun dışında kalan her şeyi “vakit kaybı” olarak görüyoruz. Bu yüzden farklı alanlarda uzmanlaşamıyoruz. Olağan dışı durumlarda manevra kabiliyetimizi yitiriyoruz. Ekonomi fazla şahlanıp ters takla attığında veya Çin’den çıkma yeni bir virüs ortalığı Walking Dead‘e çevirdiğinde yapacak alternatif çözümler bulamıyoruz. “Ama benim mesleğim bu.”, “Ama ben bunu yapamam ki.” diyerek kalakalıyoruz. Sonuç olarak hor gördüğümüz mesleklere yöneliyoruz. Garsonluk, kasiyerlik, temizlikçilik her neyse…
Sırtımızda mühendis damgası olmasa belki de bu işleri severek yapıyor olurduk. Bir tane hayatımız var ve pişmanlıklar için çok kısa. Evet, bu düşünce her ne kadar mantıklı görünse de sırtımızdaki damganın sızısını hafifletemiyor. Sanki pırıl pırıl bir mühendisken garsonluğa düşmüşüz gibi hissediyoruz. Üstelik hayatımızın hiçbir evresinde mühendis olamamışken…
Evet, acı gerçek: Diplomanız sizin bir mühendis, öğretmen veya reklamcı olduğunu söylese de siz aslında bir garson, güvenlik görevlisi veya kuryesinizdir. Gerçekten berbat bir his. O yüzden ilk yapılması gereken bu isim, unvan ve meslek zihniyetinden arınmak. Sonrasında, meslekten ziyade yeteneklere sarılmak. Çünkü dijitalleşen dünyada meslekler birer birer yok olurken yetenekler baki kalacak.
Unvanlardan arınmış bir zihinle “Ama ben mühendisim.”, “Ama ben müzisyenim.” demeden farklı farklı işlere merak sarabileceksiniz. Bu da yetenek sayımızı arttırarak manevra kabiliyetimizi yükseltecek. Böylece üniversitenin sırtımıza damgaladığı o mesleğe bağlı yaşamamız gerekmeyecek.
Bu zihniyeti anladığınızda müzisyenlik yaparken SEO öğrenmek canınızı sıkmaz. Hem farklı bir alanda uzmanlaşır hem de müziğinizi SEO bilginiz sayesinde daha geniş bir kitleye ulaştırırsınız. Hatta gün gelir SEO alanında diğer içerik üreticilerine ders verirsiniz. Birileri çıkıp “Biz artık müzik çalmayı yasaklıyoruz, ne öyle müzik falan gavur gibi.” derse boşta kalmazsınız. Gösterdiğiniz emeğin ve cesaretinizin karşılığını fazlasıyla almış olursunuz.
Unutmayın cesaret sadece tehlike karşısında gözü pek olmak değildir. Aynı zamanda “Hayır.” demek anlamına da gelir. Özellikle de sizden yanlış seçimler yapmanız isteniyorsa. Bana inanmayanlar için He-Man de burada, sorun…